Serbest Piyasa Palavraları

Dünya ekonomisi bir kez daha aşırı üretim kriziyle karşı karşıya. Her gün yüzlerce şirket kapanıyor, binlerce insan işsiz bırakılıyor.

Küresel kapitalist sistemin ve o sözde serbest piyasa ilkelerinin başarısız olduğu artık ayyuka çıkmış durumda. Buna rağmen serbest piyasanın iyi bir şey olduğuna ilişkin birçok yalan hâlâ geniş kitlelere yutturulmaya çalışılıyor. Ana akım medyada ve hatta akademi dünyasında durmaksızın anlatılmaya devam eden bu yalanları hâlâ hiç sorgulamadan, eleştirel gözle hiç bakmadan kabul edenler var.

Bu yazıda piyasa sistemi hakkında anlatılan 5 yalanı ve bu sistemin neden işe yaramadığını konuşacağız.

1. Serbest Piyasa, Kaynakların Akıllıca Paylaşılmasını Sağlar

Serbest piyasa savunucularının en sık dillendirdiği iddialardan biri de toplumun kaynaklarının mümkün olan en verimli şekilde kullanılmasının yolunun serbest piyasa olduğu iddiasıdır. Üretici ve tüketicinin, piyasa mekanizması yoluyla kendi refahlarını yukarı çekebilecekleri ve kaynakların mümkün olan en etkili şekilde dağıtılacağı söyleniyor. Bu bakışa göre en iyi ekonomik sonuç yalnızca kapitalizm yoluyla elde edilir ve merkezi planlama gereksizdir.

Ancak bu serbest piyasa şakşakçılarının söylemediği bir şey var; kapitalizmde üretim, toplum açısından en yüksek kullanım değeri değil, kapital sahiplerinin, yani patron sınıfının en yüksek kârı hedef alınarak yapılandırılır. Küçük bir oligarşi grubundan başka bir şey olmayan kapitalist sınıf, tüm üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutar, toplumun tamamı tarafından ortaklaşa üretilen devasa zenginlikleri bu özel mülk yoluyla gasp eder. Oxfam’ın Ocak 2020’de yayınladığı rapora göre, 2.153 milyarder dünya nüfusunun %60’ının, yani 4.6 milyar insanın toplam zenginliğinden çok daha fazlasının üstünde oturmaktadır.  (Burada atıfta bulunulan haber, rapor ve kitapların linklerini aşağıda bulabilirsiniz).1

Kapitalist ekonomik sistem toplumsal zenginliklerden elde edilen kârın bu kişilere geri dönüşü üzerine kuruludur. Aşırı üretim krizleri dönemsel krizlerdir. Bu krizlerde, patronlar, kâr oranlarını tekrar eski seviyelere çıkarabilmek için gerektiğinde emtiaları imha eder ve ekonomiye kepenk vurur. İşçiler işten kovularak kendileri ve ailelerinin geçimini sağlama hakları gasp edilir. İnsani tüketim mallarının fiyatlarında istikrar sağlamak, insanlara düzenli çalışma olanakları yaratmak, atık üretimini ve doğaya verilen zararları azaltmak veya tamamen ortadan kaldırmak…tüm bu alanlar kapitalizmin sefil ve bencilce başarısız olduğu önemli alanlardır.

Yani, burjuvanın “akılcı” kaynak paylaşımı dediği şey, sermaye sahipleri için en yüksek kârlılığı üreten paylaşım modelinden başka bir şey değildir. Ama burjuva sınıfı kitlesel medya ve kesintisiz propaganda kampanyalarıyla kendi sınıfı için en iyi olanın, toplum için en iyi yöntem olduğu ideolojisini yani burjuva ideolojisini topluma dayatmaktadır. Bugünkü haliyle üretim, toplumsal ihtiyaçları gidermeye değil, üretim araçlarını özel mülk olarak elinde tutanların daha da zenginleşmesine yönelik olarak yürütülmektedir. Bu haliyle toplumsal üretimde eşgüdümü sağlayan herhangi bir planlama yoktur. Aksine, tekrar tekrar yaşanmak zorunda olan aşırı üretim krizlerine mahkûm bir karmaşa halindedir.

2. Serbest Piyasa Özgürlük Sağlar

Serbest piyasa kapitalizmi savunucularının bir diğer iddiaları ise serbest piyasada anlaşma serbestisi, yani çalışma özgürlüğünün olduğudur. Buna göre, piyasalar bilginin fiyatlar yoluyla aktarıldığı, alıcı ve satıcıların zorlama ve baskı olmaksızın etkileşimde olduğu birer takas mekanizmasıdır. Bu iddiayı destekleyenlere göre hangi patronla sözleşme yapacağınızı, yani hangi patrona çalışacağınızı, hattâ kendi emek alanınızdaki iş koşullarını beğenmiyorsanız topyekûn çalışmamayı seçmekte özgürsünüz.
Bunların ikiyüzlüce söylenmiş yalanlar olduğunu hepimiz biliyoruz. Bugünün toplumunda işçiler emeklerini maaş karşılığında patronların kârı için patronlara satmak zorunda: emeğini satmayanın ise açlıktan öleceği hepimizin malumu. Aslında tüm süreç şundan ibaret: Kapitalistler işçilerin emek gücünü satın alır; işçiler ücreti karşılığında üretime artı değer katar ve kapitalistler üretilen tüm malı, ürünü veya hizmeti satarak kâr elde eder.

Kapitalistlerin anladığı tek “özgürlük” işçileri sömürme ve yağmalama özgürlüğüdür. Milyarlarca insan bir taraftan yalnızca bir avuç para babasının kârlarını arttırmak için çalışırken diğer taraftan fakirlik ve çaresizlikle boğuşmaktadır2. Küresel ekonomi, Korona virüs salgınının yanında bir kez daha aşırı üretim kriziyle karşı karşıya. Milyonlarca işçi işten çıkarılmışken, emeklerini başka bir kapitaliste satabileceklerinin herhangi bir garantisi yok. Akit serbestisi lafı sermayedarlar için bir özgürlük, işçiler için ise tahakküm ve zorbalıktan başka bir şey anlamına gelmez. Kapitalist sistem işçilere yalnızca hayatta kalmak için mücadele etmek ya da açlıktan ölmek “özgürlüğü” tanır.

Joseph Stalin’in de dediği gibi
“İşsiz, aç gezen ve iş bulamayan bir insanın sahip olduğu “kişisel özgürlüğü” hayal etmek benim açımdan çok zor. Gerçek özgürlük, sömürünün alaşağı edilebildiği durumda var olabilir. Bazılarının diğerlerini baskı altında tutmadığı, işsizlik ve yoksulluğun hüküm sürmediği, insanların belki de ertesi gün işsiz kalabileceğine ve evine ekmek götüremeyeceğine dair endişe içinde olmadığı ortamda gerçek özgürlükten söz edilebilir. Ancak böyle bir toplumda kişisel ve diğer olası özgürlüklerden kağıt üzerinde değil de gerçek anlamda söz edilebilir3.”

Sermayedarların ve toprak ağalarının kendilerini “paraladığı” özgürlüğün, sömürme özgürlüğü, milyonlarca işçinin hayatı pahasına kendilerini zengin etme özgürlüğü olduğu çok açıktır. Toplumun şüphe götürmez şekilde sınıflara ayrıldığını göz önünde bulundurmayan her türlü özgürlük tartışması sadece kuru laf salatasıdır. Meselenin özüne bakacak olursak, tıpkı köleci ve feodal sistemler gibi kapitalizm de insanın insanı sömürmesine dayanan bir ekonomik sistemdir ve gerçek özgürlüğün önünde sökülüp atılması gereken bir engeldir.

3. Kâr, alınan risklerin mükafatıdır.

Kapitalist üretim tarzı savunucuları tüm dikkatleri piyasalardaki arz-talep ilişkilerine ve yatırım risklerine çekerek sınıfsal ilişkiler ile kârın kökenini gözden kaçırmaya çalışır. Bunların görüşüne göre, yatırımcının elde ettiği kâr, aldığı risklerin bir mükafatıdır. Toplumun, pazar yoluyla temasa geçen “üreticiler ve tüketiciler” olarak tanımlanması, gerçekte mevcut olan kapitalist sınıf ilişkilerinin üzerini örtmeye yarar. Ayrıca, burjuvazinin ekonomipolitik uzmanları, son derece önemli bir hususu, yani arzın talebe eşit olmadığını da görmezden gelirler.

Marks, Kapital’in 2. Cildinde şöyle diyor:
“Kapitalistin arzı ile ona talep arasındaki fark ne denli büyük olursa, yani, piyasaya arz ettiği metanın değeri piyasadan talep ettiği meta değerini ne kadar aşarsa, sermayesini değerlendirme oranı o denli büyür. Onun amacı bunların birbirini karşılaması değil, mümkün olduğunca karşılamaması, arzın talebi aşmasıdır.” 2

Yani, Marks’ın açıkça ortaya koyduğu gibi, piyasaya arz edilen malların değeri piyasadan talep edilen değeri ne kadar aşıyorsa kapitalistler o kadar çok kâr elde eder. Sermaye sahiplerinin, metaları satın aldıklarından daha yüksek bir değere satabilmelerinin yegâne nedeni, işçilerin karşılığı alınmayan bir emek sarf etmeleridir. Bu değer farkı kâr ya da artı değer olarak bilinir ve kapitalistler üretim araçlarını kendi mülklerinde tutarak bu değere el koyar. Yani esas itibariyle arz talebe eşit olmamakla kalmaz, aynı zamanda kapitalist üretim tarzında böylesi bir eşitliğin oluşması mümkün değildir. Yatırımcılar sermaye yatırımlarını kâr peşinde koştukları için yaparlar. Kapitalist üretim tarzı tam da bu nedenle arz ve talep arasındaki eşitsizlik esası üzerine kuruludur.

Arz-talep ilişkilerine, yani temel ekonomiye dair bu basit bilgi kapitalizmin, tıpkı kendi öncülleri olan feodalizm ve köleci sistemler gibi sınıflı bir toplum yarattığını ortaya koyar. Modern finansal araçlar, kapitalistlerin yatırımlarını ekonominin tüm sektörlerinde yaymalarına ve yatırımlarını iflas edebilecek tek bir alana yaparak alacakları riski azaltmalarına yarar. Elde ettikleri kârların kaynağı, risk aldıkları için eriştikleri öyle elle tutulmaz, gözle görülmez bir mükafat değildir. Kapitalistlerin karşı kaşıya oldukları yegane risk, kapitalist sömürücü konumlarını yitirme ve hayatlarını emek sarf ederek kazanmak zorunda kalma riskidir.

Kapitalist sınıfın kârının kaynağı, yatırım yaparken risk almaları karşılığında elde ettikleri mükafat ya da ticari malları daha yüksek bir değere satmak falan değil, düpedüz işçi sınıfının üretim sırasında emtiyaya değer kazandıran emeğini gasp etmeleridir. Kapitalist üretim tarzının temeli kârdır. Sanayi kapitalistlerinin piyasaya para ya da ticari mal cinsinden arz ve talebi denk olsaydı, ortada bir kâr olmazdı. (5)

4. Kalkınma Serbest Ticaretle Olur

Avusturya iktisat okulu temsilcileri gibi serbest piyasa güzelleyicileri serbest piyasanın kendi kendisini düzenleyebilen bir varlık olduğunu ve devletin rolünün olabildiğince sınırlandırılması gerektiğini söyler. Serbest piyasa ve serbest ticaretin ideologları, Ricordo’nun bütünüyle hatalı olan “rekabet avantajı kuramına” dayanarak serbest piyasanın dengeli bir kapitalist kalkınma ve büyümeye olanak sağlayacağını iddia ediyorlar. Ancak kapitalist ülkelerin mevcut kalkınma seviyeleri, serbest piyasa ekonomisi ekolünün bu büyük teorilerini çürütüyor.

Örneğin, ABD gelişmekte olan sanayi kollarını on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda gümrük vergileriyle güçlü bir şekilde korumak zorundaydı6. 1828 tarihli Gümrük Vergileri Yasası, emtia ithaline gümrük vergilerinin getirilerek kuzeydeki kapitalist sanayinin gelişimini koruma amacını taşıyordu.
Benzer şekilde 1861 tarihli Morrill Yasası sayesinde bu korumacı tutum yirminci yüzyılda da devam etmiştir7. Serbest piyasa destekçilerinin teorileri ile kapitalist ülkelerin gerçek tarihsel gelişimi arasındaki bu farkın açıklaması basittir.

Lenin Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, adlı eserinde Britanya’dan sonra sanayileşen Fransa, Amerika ve Almanya gibi ülkelerin üretim kapasitelerini, yurtiçi sanayilerini koruyarak arttırdıklarına işaret eder:

“İlk kapitalist ülke olan İngiltere, 19. yüzyılın ortalarına doğru serbest ticareti kabul ederek, “bütün dünyanın atölyesi” olmak, bütün ülkelere, aldığı hammadde karşılığında mamul madde vermek iddiasındaydı. Ancak İngiltere, 19. yüzyılın son çeyreğinde, bu tekel durumunu yitirmeye başlamıştır, çünkü kendilerini “koruyucu” gümrük tarifeleriyle savunan diğer ülkeler de gelişerek bağımsız kapitalist ülkeler haline gelmiştir. Yirminci yüzyıla girerken ayrı bir tekel türünün kurulduğu görülüyor: önce, bütün gelişmiş kapitalist ülkelerde tekelci kapitalist birleşmeler; sonra, sermaye birikimi dev ölçülere ulaşmış çok zengin bazı ülkelerin kurduğu tekel durumu8.”

Bu sermaye birikimi, sermaye ihracının gelişmesine, mali bir oligarşinin ve nihayet modern emperyalizmin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Kapitalizmin emperyalist aşaması sömürü, işsizlik ve evsizlik, ekonomik krizler ve savaşlarla kol kola yürüyor. Bu nedenle, serbest ticaret ve korumacılık kavramları, kapitalizmin gelişiminde görülen birer aşamadan başka bir şey değildir ve bugün karşı karşıya olduğumuz sorunlara bir çözüm getirmemektedir.

5. Serbest Piyasa Adil Değil ama Gerekli

Son olarak, kapitalizm ve serbest piyasa savunucuları, serbest piyasanın adaletsiz olduğunu ve servetin para babalarının tekeline geçmesine yol açacağını kabul edebiliyorlar. Ancak yine de işçi sınıfının çıkarlarına hizmet etmek üzere işletilen planlı ekonomi gibi diğer seçeneklerle karşılaştırıldığında, serbest piyasa ekonomisinin eldeki en iyi seçenek olduğunu iddia ediyorlar. Bu argüman özel bir tür ikiyüzlülük barındırıyor çünkü serbest piyasanın başarısız olduğunu kabul etseler de yine de onun optimal sistem olduğunu iddia ediyorlar. Bu iddiayı ileri sürenler kapitalist üretim tarzının başarısız olduğunu kabul ederken başka bir alternatif yaratmada yetersiz ya da isteksiz oldukları için bu adaletsizlikleri göz ardı etmektedir.

Ama kapitalizmin toplumu işçiler ve burjuvalar olarak sınıflara ayırdığını unutmamamız gerekir. Emeğini satabilecek kadar şanslı olan işçiler için bile kapitalist sistemin bir sömürü sistemi olduğu, hiçbir koşulda en iyi üretim biçimi olmayacağı reddedilemez bir gerçektir.

İşçi sınıfına iş, ücretsiz eğitim ve insanca emekli maaşı gibi özgürlüklerin verildiği Sovyetler Birliği ile karşılaştıralım. Bu haklar 70 yıldan daha uzun bir süre boyunca Sovyet anayasasının bir parçasıydı9. Şimdi 21. Yüzyılın tüm teknolojileri ve modern üretim tekniklerine rağmen bu tür haklara sahip değiliz.

Peki bu neden böyle? Çünkü kapitalist sistem yalnızca “şanslı” azınlığın iş sahibi olmasına olanak sağlıyor. Kapitalizm, sömürücü sınıfı zenginleştirmek için asgari ücretleri düşürmeye ve bunun için de devasa bir yedek emekçi ordusuna yani işsizlere ihtiyaç duyar. Yaklaşık her 10 yılda bir ortaya çıkan dönemsel aşırı üretim krizleri, işçilerin işsizliğe ve yoksulluğa itilmesine neden oluyor. Sağlık ve eğitimin bir avuç sermayedarın kâr elde etmesi için özelleştirilmesi, yeterli paraya sahip olmayan işçileri temel yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakmaktadır. Üretimden elde edilen kâr, temettüler, faiz, rant ve diğer artı değer biçimleri aracılığıyla hortumlanır.

Bu durumu değiştirmenin tek yolu, kapitalizmi insanın insanı sömürüsünü ortadan kaldıracak bir sistemle değiştirmek ve işçilerin kendi çıkarları doğrultusunda çalıştığı bir ekonomik düzenleme kurmaktır.

Toplumun, üretim araçlarının mülkiyetinin tüm topluma ait olduğu sosyalist bir yapıda örgütlenmesi, işçi sınıfını oluşturan bireyler, yani bizler için hem nicelik hem de nitelik açısından çok daha iyi bir toplumsal yaşam ortaya çıkaracaktır. Sömürücü sınıfın çıkarlarına hizmet eden kapitalist medya işte tam da bu nedenle sosyalizme her zaman küfredecek ve saldıracaktır. Elbette sosyalizme giden yolda kimi aksilikler yaşanmış olabilir. Ancak sömürücü kapitalist sistem tüm içsel çelişkileriyle aynı şekilde var olmaya devam ediyor. Kapitalizmin savunucuları “kapitalizme alternatif olmadığını” iddia etseler de sosyalizme ilgi duyanların sayısı her geçen gün artıyor. Düzenli aşırı üretim krizleri, yoksulluk, işsizlik, evsizlik ve diğer birçok toplumsal sorun, üretim araçlarının kamuya ait olduğu planlı ve sosyalist bir ekonomiyle çözülebilir.

Kapitalist sistemin sunduğu çelişkilerin ortadan kaldırılmasını ve insanlığın daha parlak bir geleceğe doğru ilerlemesini yalnızca sosyalizm sağlayabilir.

Kaynakça:
1 Oxfam raporu: https://www.oxfam.org/en/press-releases/worlds-billionaires-have-more-wealth-46-billion-people
2. Birleşmiş Milletler Kalkın Programı Raporu: http://hdr.undp.org/sites/default/files/hdr14-report-en-1.pdf
3. Stalin ve Howard görüşmesi: https://gelenek.org/j-stalin-ve-roy-howard-arasindaki-gorusme/

4. Karl Marx: Kapital, 2. Cilt. Sf 187 https://www.marxists.org/turkce/m-e/kapital/kapital2.pdf
5. Karl Marx: Kapital 2. Cilt. Sf. 186: https://www.marxists.org/turkce/m-e/kapital/kapital2.pdf
6. ABD’nin 18-19. YY tarifelerinden bir örnek: https://www.gilderlehrman.org/sites/default/files/inline-pdfs/Excerpts%20from%20the%20Tariff%20of%201828.pdf
7. https://fraser.stlouisfed.org/title/tariff-1861-morrill-tariff-5871
8. Lenin, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Emperyalizm, sf. 95, 96. https://www.marxists.org/turkce/lenin/1916/emperyalizm.pdf

Avatar photo
Politsturm, olayları Marksist-Leninist bakış açısıyla ele alan bağımsız bir komünist bilgi kaynağıdır.