George Orwell: Antikomünist bir muhbirin yazarlık kariyeri

Tarih, 3 Aralık 2014… Yandaş, liberal yazar Alev Alatlı, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri töreninde konuşuyor. Alatlı’nın, Tayyip Erdoğan’a hitap ederek söylediği “George Orwell sizi ayakta alkışlardı” sözü, kısa sürede tüm haber siteleri ve gazetelerde manşet oluyor. Ne niyetle söylediğinden bağımsız olarak Alev Alatlı haklıydı! Bizce de George Orwell, Tayyip Erdoğan’ı görse ayakta alkışlardı.

Peki, hem yandaş Alatlı’nın çok sevdiği hem 1984 ve Hayvan Çiftliği kitapları muhalif gençlerin elinden düşmeyen George Orwell kimdir? Özetin özeti… Orwell kapitalizmin militan bir savunucusu, sıkı bir antikomünist ve muhbirdir! 1949’da, İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın gizli kolu IRD (Enformasyon Araştırma Dairesi) için 125 komünist ve solcu aydını fişlemiştir. Yıllarca tuttuğu mavi defterde kayıtlı “küçük listem” dediği bir dokümana Y harfiyle kodladığı 125 ismi not etmiş ve Enformasyon Araştırma Dairesi’ne teslim etmiştir.
Bu listede kimler mi var? Mesela Nâzım’ın şiirinde “inci dişli zenci kardeşim” diye andığı Paul Robeson… Onun için “sıkı bir sempatizan, bir çeşit örgüt ilişkisi de olabilir. Çok anti-ABD” demiş. John Steinbeck, Orwell’ın ifadesiyle “sahte yazar” ve “sözde naif’ olduğu için listeye alınmış. Şair Stephen Spender için “eşcinsel ve kolay etkilenen, hiç güvenilmez” diyor. Gazeteci Tom Griberg, “Eşcinsel, genellikle bir yeraltı üyesi olduğu düşünülüyor” diye fişlenmiş. George Padmore isimli bir gazeteciyi sırf siyahi olduğu için fişlemiş, ‘zenci’ diye fişlerken ‘belki de Afrika kökenli’ demeyi de ihmal etmemiş.

Şimdi bu komünistleri, siyahileri ve eşcinselleri sevmeyen muhbirin yaşamına kısaca bakalım. Eric Arthur Blair ya da bilinen adıyla George Orwell, Hindistan sömürge yönetiminde görevli bir İngiliz ailenin çocuğu olarak 1903’te Hindistan’da doğdu. Baba tarafından dedesi, Hindistan sömürge ordusunda görev yaptıktan sonra rahipliğe geçen bir kişiydi. Anne tarafından dedesiyse o dönemde yine Hindistan sömürge yönetiminin bir parçası olan Birmanya’da önce kereste ticaretiyle uğraşmış, daha sonra kendisine bir çiftlik kurarak çeltik üretimi yapmıştır. Kuşaklar boyu sömürge yerleşimcisi olan bir aileden gelen Orwell, eğitimini İngiltere’de tamamladıktan sonra Hindistan İmparatorluk Polisi’nde bölge müfettiş yardımcısı oldu. 1922-1928 yılları arasında bu sıfatla Birmanya’da polislik yaptı. Kendi anlatımına göre bu görevi sırasında sömürgeciliğin ve emperyalizmin kötü şeyler olduğu düşüncesine vardı ve yaptığı işten utanmaya başladı. Ne var ki Orwell, kuramsal olarak sömürgecilik taraftarı değilken bile pratikte, sömürge yönetimine karşı koyarak günlük görevi sırasında kendisine ister istemez zorluk çıkaran yerli halka karşı öfke duymaktan kendisini alamadığını belirtmiştir. 1928’de polislikten istifa etti. Çocukluğundan beri yazar olmak istiyordu. Londra’ya taşındı, burada yazarlık kariyerine başladı.

Orwell, 1936 yılının Temmuz ayında İspanya İç Savaşı’na katılmak üzere İspanya’ya gitti. Önce İngiltere’deki komünist parti üzerinden enternasyonal tugaylara katılmak istediyse de başvurusu reddedildi. Ardından Troçkistlere katıldı. Ancak Troçkistler, faşistlerin de desteğiyle Cumhuriyet’e karşı bir darbe girişiminde bulundular. Bu girişimin başarısız olması üzerine Orwell, İspanya Komünist Partisi tarafından sınırdışı edildi. Bu başarısız maceradan sonra zaten hep uzak durduğu örgütlü soldan tamamen koptu ve düzen tarafından devşirilme sürecine girdi.
İkinci Dünya Savaşı başlayınca İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin Hindistan yayınları bölümünün başına getirildi. Bu dönemde İngiliz sömürge yönetimine son vermek için bağımsızlık savaşımını yoğunlaştıran Hindistan yurtseverlerine karşı İngiltere adına propaganda yürüttü. Orwell, Kasım 1943’te Hayvan Çiftliği’ni yazmaya başladı. Kitabı kısa sürede tamamladı ama yayınlatabilmek için, antikomünist histerinin yükseleceği soğuk savaşı beklemesi gerekecekti.

Hayvan Çiftliği, her ne kadar İngiltere’de geçiyor gibi anlatılsa da gerçek mekân Sovyetler Birliği’dir. Bir fabl olan kitap, Ekim Devrimi ve sonrasını alegorik bir dille anlatmaktadır. Bir çiftlikte geçen kitapta Koca Reis isimli domuz, hayvanlara mutluluk ve barış dolu bir dünya vaat eden, sömürgeci insanların çiftlikten kovulmasını isteyen Marks veya Lenin’i simgeler. Kitapta hayvanizm olarak anılan düşünce Marksizmdir. Snowball; hayvanlara okumayı öğreten, çiftliğin geliştirilmesi için değirmen yapılması taraftarı Troçki’dir. Napolyon, köpeklerden bir polis gücü kurarak Snowball’u çiftlikten kovar. O da Stalin’i temsil eder. Ancak kitapta, Troçki’nin ve Stalin’in savundukları fikirler, gerçekte olduğundan çok farklı ve yanlış biçimde betimlenmiştir. Orwell, biraz da metnin tamamen bir kurgu olmasının sağladığı rahatlığa sığınarak uydurma bir Sovyet tarihi anlatır. Edebi bir metin olarak değerlendirecek olursak Hayvan Çiftliği’nin oldukça zayıf bir eser olduğunu söyleyebiliriz. Daha kitabın ilk sayfalarından itibaren Orwell’ın kurgusunda hangi karakterin gerçek hayatta kime karşılık geldiğini anlarız. Kimin iyi kimin kötü olduğu en başından bellidir. “Karakterler”, bu ifadeyi tırnak içinde kullanıyoruz, en küçük bir dönüşüm geçirmeden Orwell’ın kurguladığı sona doğru ilerler. İyi bir kurgunun, yazarını kendi evrenine uygun hareket etmeye zorlaması beklenir. Fakat Hayvan Çiftliği’nde, oluşturduğu kurgu Orwell’i zorlamaz, yazar mesajını kurgusu yoluyla iletebilmek için kurgusunu olabildiğine zorlar. Kısaca Hayvan Çiftliği, ucuz bir propaganda kitabı olmanın bütün şartlarını haizdir.

Kitap, İkinci Dünya Savaşının sona erdiği, Soğuk Savaş’ın kendini göstermeye başladığı Ağustos 1945’te yayınlandı. Soğuk Savaş havası yerleştikçe büyük bir başarı kazandı ve art arda dünyanın çeşitli dillerine çevrildi. Orwell’e dünya çapında bir ün ve büyük servet kazandırdı.
Kitap, Sovyetler Birliği’nin dünya halkları arasındaki saygınlığının doruk noktasında olduğu, kapitalist ülkelerin istihbarat örgütlerinin bu saygınlığı kırmak için kapsamlı bir planı uygulamaya koyduğu bir dönemde yayımlanmıştır. Bu dönemde emperyalist ülkelerin istihbarat servisleri, geçmişte sola karşı kullanılan sağcı yazarlarla başarı sağlayamayacakları kanısına varmıştı. Sovyet karşıtı, kendi tabirleriyle “demokratik solculara” el attılar. Bunlardan biri de Orwell’dir. Hayvan Çiftliği bu koşullarda “büyük edebiyat şaheseri” oluvermiştir. Normalde bir roman olarak kimsenin ciddiye almayacağı bu metin, sırf komünizmi zayıflatır umuduyla önemli bir kitap haline getirildi. Böyle bir kitap örneğin komünistler tarafından yazılsa, sanatın propaganda amacıyla ayaklar altına alındığı türünden çığlıklara neden olurdu. Solcuların ne kadar da sığ olduğuna örnek olarak gösterilirdi. Ayrıca zaten en başta komünistler, böyle yetersiz bir kitabı okumazdı.

Hayvan Çiftliğini keşfeden yayıncı olan Fredric John Warburg, “Batı kültürünü teşvik etmek ve Doğu’nun komünist kültürü karşısında savunmak için” CIA tarafından kurulan Kültürel Özgürlükler Topluluğu (SCF) komitesinin üyesi oldu. Yayınevinin kapısını solculuktan dönenlere ardına kadar açtı. İngiltere’de, parasını CIA’nın verdiği “Encounter” adlı kültür dergisini çıkardı. Orwell’ın eserleri artık “CIA şemsiyesi” altındaydı.
“Hayvan Çiftliği” Türkiye’de ilk kez 1954 yılında Milli Eğitim Bakanlığı -o zamanki adı Maarif Vekâleti- tarafından Halide Edip Adıvar’ın çevirisiyle bastırıldı. O dönemde Demokrat Parti listesinden milletvekili de olan Halide Edip’in, bu ilk çeviriye yazdığı önsözde yaptığı uyarı ilginçtir. Çiftlikte hayvanların insanlara karşı isyanı, çiftlik sahibinin yemliklere yem koymayı unutması üzerine patlamıştır. Halide Edip’e göre bu, ders çıkarılması gereken bir durumdur. Burjuva toplumunun devamından yana bir yazar olarak Halide Edip, üzerine düşen uyarıyı yapmaktadır. İşçi sınıfı sömürülürken onlara hayatta kalacakları kadar yem vermeyi ihmal etmemek gerekir. Hemen yanı başımızda Sovyetler Birliği vardır. Dikkatli davranılmazsa komünistler bu hayvanları azdırabilir.

Şimdi, Orwell’in diğer meşhur kitabı 1984’e geçelim. AKP gericiliğinin yarattığı baskı ortamında ülkemizde bu kitaba olan ilgi son dönemlerde arttı. Fakat ortalama okurun düşündüğünün aksine 1984’te eleştirilen totalitarizm değil, sosyalizmdir. Orwell, bu konuda öyle takıntılıdır ki Büyük Birader’in kitaptaki tasviri, soğuk savaş döneminde kapitalist ülkelerde yaratılan stalin imgesinin bir tekrarıdır. bir numaralı devlet düşmanı olarak gösterilen Goldstein karakteri ise batıda troçkiye verilmek istenen role uygundur. Kitabın geçtiği karanlık gelecekte iktidarda olan rejimin adı İngiliz sosyalizmidir.

Nevzat Evrim Önal, Sol Portal için kaleme aldığı “1984: Liberallerin Kuranı” başlıklı incelemesinde kitap için şu değerlendirmeyi yapar:
Kitap dümdüz, kaba saba pozitivisttir ve ne yazık ki bu özelliği ile İslamcı irrasyonellikten bıkmış, bilimsel düşünceden yana eğitimli insanları cezbeder. Kitabın en önemli kısmını oluşturan işkence diyaloglarında O’Brien, Winston’a “Parti, iki artı iki beş eder derse, beş eder” önermesini dayatmadan önce gerçekliğin nesnel ve insana dışsal değil, insan zihninde bir şey olduğu ve Parti’nin gerçeklik tasavvurunun doğrunun ta kendisi olduğunu savlar. “Doğa yasalarıyla ilgili on dokuzuncu yüzyıl düşüncelerini kafasından atması gerektiğini, doğa yasalarını Parti’nin yaptığını” söyler. Bu, kitabın ideolojik bam telidir. Orwell Parti’ye bu düşünceyi atfederek ve tam karşısına konumlanarak, insanın gerçekliği şekillendirme ve tarihe yön verme becerisini tamamen yadsır. Orwell’in sunduğu insan doğa ve tarih karşısında nesnedir, etkisizdir.
Sol Portal’daki bu değerlendirmede de ifade edildiği gibi Orwell’in evreninde insanın özne olması yönündeki çabalar, bilimsel yasalara karşı gelmektir. Pozitivist yaklaşıma göre özneyle nesne birbirinden tamamen ayrı ve yalıtık biçimde var olurlar. Gerçekliğe bakarken öznellikten tamamen kurtulmak olanaklı ve gereklidir. Nesnel biçimde bakıldığında herkes zorunlu olarak aynı şeyi göreceğinden, bir tek bakış açısı dışındaki tüm bakış açıları öznel ve önyargılı sayılır. Orwell bu nedenle tartışmayı 2+2=4 kesinliğinde bir bilgi üzerinden açar. Gerçek, Orwell’a göre işte bu kadar basit ve nettir. Tarihe müdahale etme ve sınıflı toplumu yıkma çabaları, tamamen çılgınca hezeyanlardan ibarettir. Kapitalizm yıkılabilir ve yıkılmalıdır demek, 2+2=5 demek gibi bir şeydir.
Düzenin bu pozitivist savunusunun, din temelli savunudan pek farkı yoktur. Burada yalnızca tanrı buyrukları yerine, onların katına yükseltilmiş sözde bilimsel kesinlikler vardır. Oysa bilimsel tartışmalar hiç de öyle kesin ve kapanmış olmadığı gibi öznellikten tamamen kurtulmuş bir bakış açısı da yoktur. Böyle bir şeyi hedeflemek ancak kişinin kendi bakış açısına temel oluşturan yaklaşımın farkında olmamasıyla mümkün olabilir.
Ayrıca pozitivizm gerçek dünyayı açıklamaktan uzak olduğu için, Orwell’in benzetmesi kendi içinde bile yanlıştır. 2+2=4’ün kesinliği yalnızca temel aksiyomları insanlar tarafından belirlenmiş soyut bir sistem olan matematikte geçerlidir. Gerçek doğada 2+2 asla tam olarak 4 etmez. Kusursuz büyüklükler yalnızca matematikte vardır.
Ek olarak diyalektikte, niceliğin niteliğe dönüşmesi diye adlandırılan işleyiş de gerçek dünyada işlerin farklı yürümesine neden olur. örneğin diğer bütün koşullar sabit kabul edilirse, 2000 kişilik bir askeri birlik, 1000 kişilik bir askeri birliğin 2 katından daha güçlüdür. Yani 2+2 yerine göre 5 edebilir. Ama keyfi bir karara göre değil. doğa yasalarına göre.
Orwell’in anti-diyalektik yaklaşımı, diyalektiğe doğrudan saldırılar biçiminde de kendini gösterir. Kitaptaki hayali partinin temel doktrinlerinden biri, çift düşünce adı verilen bir kavramdır. Bu kavram her şeyin aslında kendi zıttıyla aynı anlama geldiğini, özgürlüğün aynı zamanda kölelik olduğunu, barışın savaş, işkencenin sevgi olduğunu anlatır. Böylece parti, istediği her şeyi iddia etme olanağına kavuşur ve nesnel düşünme olanağını tamamen ortadan kaldırır, her şeyi keyfi biçimde kendisi belirler.
Çift düşünce, diyalektik materyalizmde zıtların birliği kavramına denk gelir. Elbette diyalektiğin söylediği şeyin Orwell’in söylediğiyle zerre kadar alakası yoktur. Bu, burjuva düşünürlerinin diyalektik konusunda eskiden beri iddia ettikleri anlatının bir tekrarından ibarettir. Bu kanalda daha önce yayınladığımız, Karl Popper’in görüşlerini tartıştığımız seride de görebileceğiniz gibi burjuva düşünürleri diyalektiği ancak gerçekte olmadığı biçimde anlatarak eleştirirler.
Kitap boyunca Orwell, kültür endüstrisinin devrimcilerle ilgili yaydığı basmakalıp düşünceleri tekrar eder durur. Devrimciler duygusuzdur. Winston sevdiği kızla bile duygularını gizli yaşamak zorundadır.
Orwell 84’te de Hayvan Çiftliği’nde olduğu gibi sosyalizme yönelik eleştirilerinde gerçekliğe bağlı kalma sorumluluğundan edebiyat kılıfıyla kurtulur. Nasıl olsa yazılan bir kurgudur. Gerçek olması gerekmez. Ama orada söylenen yalanlar gerçek dünyada gerçek işlevlere sahiptir ve düzenin işine geldiği yerde kurgu, işine geldiği yerde gerçek sayılırlar.

İnsanların her hareketinin, aynı insanlarca insanüstü bir konumda görülen otokratın iktidarını kuvvetlendirmek için izlenmesi, bu insanlardan birinin “sorgulayarak” geçmişi öğrenme isteği vs. gibi temalar distopya okuruna bir yerlerden tanıdık gelecektir. 1984, bire bir Yevgeni Zamyatin’in Biz romanından araklanmıştır. Biz romanındaki Tek Devlet’in başındaki kişi olan ve Velinimet olarak adlandırılan otokrat, 1984’te Büyük Birader olmuştur.
Isaac Deutscher, iki romanı karşılaştırdığı makalesinde şu ifadeleri kullanıyor:
1984 özgünlükten yoksun, zira Orwell bu romanın ana fikri, olay örgüsü, temel karakterleri, sembolleri ve tüm bir atmosferi dahil olmak üzere pek çok unsurunu Batı’da neredeyse hiç bilinmeyen bir Rus yazara borçlu.
Zamyatin’in hayat hikayesi de Orwell’inkini andıran yönler barındırıyor. Zamyatin daha eski bir kuşağa mensup. 1884’te doğdu ve 1937’de hayata veda etti. Rusya’daki 1905 Devrimi Zamyatin’in yaşam öyküsünde, İspanya İç Savaşı’nın Orwell’in hayatındaki rolüne benzer bir yer tutuyor. 1905 Devrimi’nde Rus Sosyal Demokrat Partisi’nin üyesi olarak devrimci harekete katılan Zamyatin, Çarlık polisinin zulmünden payına düşeni aldı. Devrimin geri çekilmesiyle karamsarlığa teslim olarak devrimci Parti’yle bağını kopardı. 1917’de yeni bir devrim kapıyı çaldığında olan biteni mesafeli ve umutsuz gözlerle izleyen Zamyatin, devrimden hayırlı bir sonucun çıkmayacağına inanıyordu. Devrimden sonra Paris’e gitti. 920’lerin başında kaleme aldığı Biz, Paris’teki göçmenlik yıllarının bir ürünü.
Orwell’i, Zamyatin gibi seleflerinden ayıran; hem edebi hem politik anlamda arayış halinde bir yazarken önce İngiliz istihbaratınca, Hayvan Çiftliği’nin filme uyarlanması arefesinde CIA tarafından devşirilmesi ve desteklenmesidir. Bu dönemde Orwell, arayış dönemindeyken tanıştığı düşüncelerini de hemen terk etmiştir. Orwell’in hayatını Hayvan Çiftliği öncesi ve sonrası dönem olarak ayırmak mümkün. İki dönemde de ortak olan temel eğilimiyse Sovyetler Birliği’ne olan düşmanlığıdır.

Kapitalizm, doğal olarak kendini sosyalizme karşı her alanda olduğu gibi ideolojik mücadele alanında da savunur. Edebiyat da ideolojik mücadelenin alanlarından biridir. Yazarlar eserlerinde kendi ideolojik ve siyasal konumlarını kaçınılmaz olarak yansıtırlar. Bir de Orwell’in kitapları gibi yalnızca birer propaganda metni olarak ama roman formunda yazılmış metinler vardır. Bu da mücadelenin araçlarından biridir. Burjuvazinin böyle metinler ısmarlayıp üretmesinin önüne geçilemez. Ama sosyalizmden, özgürlükten ve eşitlikten yana olanların, düzenin propaganda metinleri karşısında daha dirençli ve sorgulayıcı olmaları gerekir. Herhangi bir kitabı ünlü yapmak, patronların propaganda aygıtları için kolay bir iştir. Düzen, doğal olarak kendisine uygun kitapları öne çıkarır. Çok okunan her şeyi makbul saymak, bu nedenle doğru bir yaklaşım değildir.